20 Aralık 2018 Perşembe

Ahlaksızlığın Meşrulaştırılması

Ahlaksızlığın içselleştirilmesi, içinde ahlaksızlık dürtüsü bulunan insanları o eyleme itecek bir olgudur. Yani normalde yanlış olan bir eylem toplum tarafından normal karşılanmaya başlandığında içinde 'kötülük dürtüsü' ağır basan insanlar bu eylemi çıkarları doğrultusunda kullanmaya başlar.

Burada insanları 'ahlaklı' ve 'ahlaksız' olarak ikiye ayırabiliriz.

Ahlaklı insanların ahlaksızlardan farkı, tüm toplum tarafından içselleştirilen ahlaksızlığı içselleştirmiş, ancak bu eylemin bir uygulayıcısı olmamış olmalarıdır.

Örneğin, 'Ahlaksızlığın İçselleştirilmesi' isimli yazıda anlattığımız gibi bir öğrencinin başarılı olması ve diğerlerini geçebilmesi için kopya çekmesi toplum tarafından normal karşılanmasına, içselleştirilmesine rağmen 'ahlaklı' kişiler bu eylemi yapmak istemez. Fakat toplumun ahlaklı kesimi zamanla kopya çeken kişilerin çekmeyenlere göre hayatlarında daha başarılı olduklarını, haksız şekilde de olsa iyi mevkilere geldiğini gördükçe bu durumu 'mecburen' içsel olarak 'meşrulaştırmaya' başlar. 30 kişilik sınıfta kopya çekmeyen ve en düşük notları alan 3 kişi zamanla 'mecburen' düşük not almamak ve onlar kadar iyi olabilmek için kopya çekmeye başlayacaktır. Bu durum ise 'Ahlaksızlığın Meşrulaştırılması'dır.

Ahlaksızlığın meşrulaşma sürecini inceleyelim:

-Toplum tarafından içselleştirilmiş ahlaksız bir eylemin artık 'hak' olarak görülerek çoğunluk tarafından yapılmaya başlanması
-Ahlaklı kişilerin bu süreçte diğerlerinin daha karlı olduğunu gözlemlemesi
-Mecburen maddi olarak onlara yetişebilmek ve aynı karı elde etmek için onlar gibi ahlaksızca davranmaya başlaması

Aslında bu süreci bir çok yerde görüyoruz. İş yerinde patrona açık şekilde acil bir işiniz olduğunu söylediğinizde size izin vermiyor, iş arkadaşınız aynı durumda hasta olduğunu söyleyerek izin alabiliyorsa, siz de aynı yalanı söyleyerek izin almaya başlıyorsunuz. Yalan söylemek gibi karşılıklı güveni zedeleyici, toplum açısından önemli ve belirleyici olan bir 'ahlaksızlığı' da toplumumuzun nasıl içselleştirip meşrulaştırdığını konuşmaya çok gerek yok sanırım..

Meşrulaşan bir ve birden çok ahlaksızlık sonucu toplum yargısal yollarla müdahale edilmedikçe kalıcı olarak ahlaksızlaşmaya başlar. Ahlaksızlaşma olgusu bir kanser gibi toplumun tüm kesimine hızlı şekilde yayılabilir. Çünkü toplum ekonomi vasıtasıyla birbirine temas eder/ilişki kurar. Ekonomik faaliyet esnasında ahlaksız yollarla(adam kayırma, vergi kaçırma, yasalara aykırı iş yapma vb) daha çok para kazanıldığını gören 'ahlaklı' olarak niteleyebileceğimiz kişiler zamanla 'ahlaksızlar' kadar çok kazanabilmek için ahlaksızmış gibi davranmaya ve zamanla kalıcı olarak ahlaksızlaşmaya başlar.

Bunu formülle açıklamak gerekirse:

Ahlaksız kişilerin kazancı x+y, ahlaklı kişilerin kazancı ise x'tir. Ahlaklı kişiler ahlaksız eylemler yoluyla fazladan elde edilmiş y geliri için ahlaksız olma yolunu seçerler. Ayrıca ahlaksız kişilerle ekonomik faaliyet içinde olmasa da bu kazancı uzaktan gözlemleyen kişiler de bu yolu seçebilir. Ahlaklı insanların ekonomik kaygı ile yaptıkları bu seçime ise 'Bulaşıcı Ahlaksızlık' diyorum ben.

Kenar mahallelerde yaşayan bazı fakir insanların 'mecburen' hırsızlık/dolandırıcılık/dilencilik yaparak hayatını geçindirmesi ve zamanla kenar mahallede yaşayan popülasyonun çoğunluğunun hırsız/yan kesici/dilenciye dönüşmesi de bundan kaynaklanmaktadır.

Şuan toplumumuzun yaşadığı ahlak bunalımının en önemli sebeplerinden birisi de ahlaksızlığın meşrulaşması ve bu durumun bulaşıcı bir virüse dönüşmesidir.


7 Ekim 2018 Pazar

Ahlaksızlığın İçselleştirilmesi

Kaç yaşında olduğunuzu bilmiyorum, belki de 30 yaşındasınızdır. Belki de 25. Ya da daha yaşlı da olabilirsiniz hiç farketmez. Eminim sizde de aynı ya da benzer bir durum vardır. Etrafımda bir çok insandan özellikle son 10 senedir şu cümleyi çokça duyduğumu hatırlıyorum:

-''Ahmet, kendimi eskisine göre daha yozlaşmış, dini ve milli değerlere karşı daha isteksiz hissediyorum, ayrıca arkadaşlarıma, komşularıma ve aileme karşı güvenim azaldı, nerde o eski arkadaşlıklar, komşuluklar..''

Evet, bunu insanlar kendilerine itiraf edemeseler de itiraf eden insanlar bunu bana uzunca bir süredir dillendiriyorlar. Dillendiren insanlar bu durumu farkına varmış, ilkten reddetme ve gözardı etme yolunu seçmiş ancak sonrasında mecburen kabul etmiş kişiler. Mesela gazetede 'Kadına tecavüz' haberi okuduğunda eskisi kadar sinirlenmediğini, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında eskisi kadar milli duygularının kabarmadığını, yolsuzluk, adam kayırma, yalan söyleme, sınavda kopya çekme ve bir çok çeşitli ahlaksızlıklar karşısında eskiden hissettiklerini hissedemediklerini söylüyorlar. Bu tarz şeylerin artık onlara çok 'sıradan' geldiğini ifade ediyorlar. İşte buna 'Ahlaksızlığın İçselleştirilmesi' deniyor.

Örneğin, normalde okulda kopya çekmenin cezai bir yaptırımı vardır. Yani bir öğrencinin sınavda kopya çektiğini gören öğretmen okul yönetimine şikayet ettiğinde, okul yönetimi bu suç karşısında disiplin cezası verebilir ve olayı mahkemeye kadar taşıyabilir. Ancak, yıllar içinde okul yönetimleri bu disiplin cezaları ve açılan davalar sonucunda elle tutulur bir sonuç elde edemedi ve davalar genelde kopya çeken öğrenciler lehinde sonuçlandı. Çabalarının sonuçsuz olduğunu gören okul yönetimleri artık kopyaya cezai bir işlem uygulatmaya çalışmaktan vazgeçti, sadece yakalandığı takdirde 'kopya muamelesi' sonucu 0 puan verilmesini ve öğrencinin başarısız olarak değerlendirilmesini yeterli gördü. Bu durumu farkeden öğrenciler bu cezayı 'caydırıcı' bulmadıkları için gönül rahatlığıyla kopya çekmeye devam ettiler. Yargının işlevsel olmaması ve okul yönetimi tarafından verilen cezanın caydırıcı olmaması neticesinde şuan okullarımızda kopya çekmek bir suç değil bir 'hak' olmuş durumda. Artık toplum tarafından kopya çekme eylemi cezai işlem uygulanacak bir suçtan, 'yapmış kerata' seviyesine indirgendi ve normal görülmeye başlanan bir durum haline getirildi. Toplumdaki kişiler de bunu ayıplamamaya, yapanı dışlamamaya başladı. Yani ahlaksızlık içselleştirildi.

Bu örnek üzerinden ahlaksızlığın içselleştirilmesinin evreleri şu şekilde ortaya çıkıyor:

1-Ahlaksızlığın toplum nezdinde ortaya çıkması
2-Ahlaksızlığa karşı yargının yeterli seviyede cezai yaptırım uygulamaması
3-Bu ahlaksızlığa karşı yargı yoluyla bir sonuç elde edemeyen kişilerin durumu kabullenmesi
4-Durumun fark edilmesiyle birlikte ahlaksızlığın daha çok tekrarlanması
5-Toplumun tekrarlanan ahlaksızlığı zamanla 'sıradan' bir durum olarak görmeye başlaması

Yukarıda anlatılan örnekte de göreceğimiz üzere ahlaksızlığın önlenebilmesi için iki çeşit mekanizma var: 'Yasal Mekanizma' ve 'Toplumsal Ayıplama/Dışlama Mekanizması'. Yasal mekanizmanın uygulayıcısı yargıdır ve yargı uygulamak üzere caydırıcı yasalar koymaktadır. Toplumsal ayıplama/dışlama mekanizmasının uygulayıcısı ise toplumdur ve toplum ahlaksızlık yapan kişiyi o ahlaksızlığının karşılığında dışlayarak cezalandırma yoluna gider.

Ülkemizde iki mekanizmanında işlevselliğinden söz etmek ne yazık ki pek mümkün değil. Yargının işlevsizleştirildiği bir ortamda bireyler ahlaksızlıkları zamanla içselleştirmeye başlıyor, bu kaçınılmaz bir süreç. Zamanla toplum tarafından dışlama/ayıplama mekanizması ahlaksızlığın içselleştirilmesinden dolayı ortadan kalkıyor. Yani aslında bu durum toplumumuzun 'çok kötü' olmasından kaynaklı değil. Bu yargımızın çok kötü olmasından kaynaklı bir olgu. Ancak bu durum kalıcı olmaya başladığında toplumun da kalıcı olarak ahlaksızlaşmasına yol açabilir, o ayrı konudur. Türkiye'de devletin her sene yaptığı 'Yargıya Güven Anketleri'nde son 10 yılda inanılmaz bir düşüş söz konusu. Bunu ben söylemiyorum. Bakın Adalet Bakanımız sayın Abdulhamit Gül ne diyor:

-''Türkiye'de yargıya olan güven önceleri %60-70'lerdeyken şuanda %20'lerin altına düşmüş durumdadır.''

Bu çok acı bir itiraf.

Ayrıca eski Ak Parti Adalet Bakanı ve Meclis Başkanı sayın Cemil Çiçek'i de dinlemekte fayda var, kendisi 3 Ocak 2014'te yargı bağımsızlığının öldüğünü belirtip ekliyor:

-''Hukuka uymak hepimizin görevi. Hukuk devleti, günümüz Türkiye'sinde bir kelam-ı kibar olarak algılanıyor. Koyduğumuz kuralları en evvel kendimiz çiğniyoruz.. Mesela Anayasa'nın 138. maddesi var. Diyor ki: 'Hiçbir organ, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere emir ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.' Allah'ını seven söylesin. Bu madde işliyor mu bugün?''

Bu da ayriyeten iktidarda olan bir partinin adalet bakanının çok acı bir 'başarısızlık' itirafı gibi algılanabilir. Kısaca kişilerin, yani iktidarın yargıya açık olarak müdahale ettiğini ve hukuk kurumunun tarafsızlığını yitirdiğini söylüyor. Bunu söyleyen kişi ülkenin Adalet Bakanı idi ne yazık ki..

Neticede ülkemizde toplumsal güveni tesis edecek olan 'yargı kurumu' düzgün çalışmıyor ve bunun sonuçlarını hem ekonomik hem siyasi hem kültürel olarak tecrübe ediyoruz.

Toplumdaki bireyler tarafından yazının başında ifade ettiğim ahlaksızlığa karşı hissizlik duygusunun temelinde yatan şey de tam olarak 'ahlaksızlığın içselleştirilmesi' ile alakalı. İnsan beyni engellemeye gücünün yetmediği şeyi zamanla kabullenmeye başlıyor ve o eylem karşısında huzursuz hissetmemek için 'hissizleşmeye' başlıyor..